Azizler Filmine Tiyatral Bakış: Azizler Film İncelemesi
Bu filmin neden rezalet olarak nitelendirildiğini anlamamakla birlikte bu içerikte filmi neden çok beğendiğimi açıklamak isterim. Azizler film incelemesi.
İlk olarak filmin kapağına ve adına özellikle vurgu yapmak istiyorum. Filmle yönelttiğim ilk soru; filmin adı neden ‘Azizler’? Filmin kapağında neden iki kere Aziz resmi var?
Filme yöneltilen, aşırıya kaçan eleştiri oklarının biraz yersiz olduğunu düşünüyorum. Filmin türü ‘absürt komedi’ olarak değerlendiriliyor. Zaten film bu türün hakkını fazlasıyla veriyor. Filmin yazarları arasında çok iyi bir tiyatrocu olan Berkun Oya var. Daha önce hiç absürt komedi bir oyun izlemeyenler için biraz bahsetme ihtiyacı olduğunu düşündüm.
Absürt Tiyatro* 2.Dünya Savaşı sonrası birçok insanın yalnızlığını, hayatı sorgulamasını, içsel sorunlarını, karakterin kendileriyle olup biten her şeyi yaşadıkları şokla birlikte seyirciye sunan bir tür olarak ortaya çıkmıştır. “Samuell Becket’in Godot’yu Beklerken” adlı oyunu hem çok sevdiğim hem de bu türün ilk örneklerinden biri olan çok ünlü bir oyunudur.
Bu türün oldukça güzel özellikleri var. Kendimce bu türe ayrı bir ilgi duyuyorum ve bunun sinemaya yansıtılması ve hatta bunun örneklerinden birinin bizim ülkemizden çıkması çok hoşuma gitti.
Filmi türün özellikleriyle beraber incelemek isterim. Absürt metinlerin en önemli özelliklerinden birisi geleneksel anlatı yapısını reddetmesi. Azizler filmine baktığımız zaman hikayedeki karışıklık oldukça belirgin. Kimisine göre çok basit veya saçma olarak değerlendirmesi çok normal bir şey çünkü olay tam olarak bu. Filmde alakasız yerlerde müzikler, karakterler arasında tuhaf ilişkiler, karakterlerin kişilikleri ve travmaları da açık bir şekilde sinematografiyle sentezlenerek sunulmuş. En belirgin karakterlerden birisi ana karakterimizin yeğeni olan çocuk… Doktor tarafından ‘denyo’ olarak değerlendiriliyor. İkinci dünya savaşı sonrası, savaşı yaşayan toplumların sosyolojik ve psikolojik incelemeleri sonucu birçok durum ortaya çıkmıştı. Örnek olarak yaşına göre fazla olgun olan çocuklar(Boyalı Kuş, Jerzy Kosinski), veya tam tersi durumu yaşayan olgun insanlar… Edebiyatın da ünlü eserlerinde bu tarz hikayelere denk gelmek mümkün. Karakterlerin kişilik bölünmeleri(Suzan Defter analizimdeki 80 darbesi sonrası Suzan’ın hikayesi), savaş gibi türevi olaylardan etkilenmeleri söz konusu oluyor. Zaten filmin adı da ‘Azizler’. Neredeyse her karakterin birer Aziz vurgulaması var. Tek bir karaktere odaklanmak yerine bu filmde her sorunun yapıştırıldığı karakterler mevcut. Ölüm-Erbil, Ölen-Kamuran, Yalnızlık-Alp ve benim için filmin simgesel karakteri olan, sürekli kolye’ tekrarı yapan-Burcu. Daha birçok karakterin tabii ki iyi birer temsili var. Filme sorduğum sorulardan birisi normal olarak ‘Neden bu karakter sürekli kendini tekrar ediyor’ sorusuydu. Zaman fark etmeksizin sürekli aynı yerde kalmış, tek derdi buymuş gibi sadece kolyeyi soruyordu kadın film boyunca… Aklıma savaştan etkilenen Polonya gelmişti… İnsanların hiçbir derdi yokmuş gibi en önemsiz şeyleri sürekli tekrar etmeleri… Biraz empati yapmak lazım tabii.
Tabii ki en önemli olaylardan birisi de savaş sonrası ortada kalan insanların ‘barınma’ sorunu… Aziz karakteri de Alp karakterinden sürekli evini kullanmak için izin istiyordu. Nedeni aile yapısının bozulmuş olması gibi gözükse de karakterlerin akrabalık derecelerini düşünmek lazım. Kız kardeşi, eniştesi, yeğeni… Aziz karakterinin ne annesi ne de babası hakkında hiçbir bilgimiz yok. Yani bu karakter, hatta savaş zamanındaki bir birey kendi aile sıcaklığını nereye gitse arar. Bu arayışı da en ince detayına kadar hissediyoruz. Alp karakterinin de bu sırada kendi yalnızlığını ‘kadın’ ile doldurmaya çalışmasını, bunun için özellikle parayla evi doldurmaya çalışması da ayrıca hoş bir tezatlık. Her defasında yalan söylüyor ve başkasının yalnızlığıyla kendisini avutmaya çalışıyor. Hem ‘aile’ kavramını hem ‘yalnızlık’ kavramını iyi temsil eden bir karakter.
Filmde kullanılan müzikler de dikkatimi çekti. Bazı sahnelerde gerilim müziği, sahnede gerilim olmasa bile ‘çağrıştırma’ amacıyla kullanılmış. Bu film müziği olarak kontrpuan(counterpoint) şeklinde adlandırılıyor. Daha önce çok az böyle müzik kullanımı olan filmler izlemiştim. Şu an aklıma gelen bir tek, Psycho(Hitchcock) filmi. Tabii buradaki müzik kullanımı da haliyle klasik anlatı yapısına ters bir durum.
Aslında absürt türüne ait filmlerin biraz kendimce ‘Karşı Sinema Akımı’ temsili olduğunu düşünüyorum. Burning(Lee Chang-dong) filmi bu akımın en önemli filmlerinden birisi. Tavsiye ederim.
Dekor, ışık kullanımı da filme göre tezatlık oluşturuyordu. Normalde bu tarz filmlerin kullandığı dekor, kostüm, ışık, renkleri genel olarak soğuktur. Karakterin psikolojisiyle uyuşması için tercih edilen ‘normal’ budur. Ama bu filmin rengi sıcak renklerden oluşuyor diyebilirim. Dekor, kostüm kullanımı da fazlasıyla canlıydı. Yani film absürt kavramının karşılığını katbekat veriyordu.
Giriş, gelişme, sonuç kavramları da filmin genelinde hakim değildi. Bazı karakterlerde hissedildiğini söyleyebilirim ama asıl olan ‘senaryonun’ bu durumu reddettiğini dramaturji incelemesi yaptığımızda az çok anlıyoruz. Berkun Oya gerçekten iyi bir iş çıkarmış.
Filmin adı, karakterleri, kapağı ve asılı…
Sonuç olarak bu filmin reddettiği çok fazla kavram var. Genel olarak klasik anlatı yapısı, Hollywood filmleriyle büyütüldüğümüz için bu tarz stilize edilen filmleri izlediğimiz zaman doğal olarak ‘beklenti karşılamıyor’ yorumu yapıyoruz. Ben bu bakış açısının çok mantıklı olduğunu düşünmüyorum. Zaten amaç hayatta hiçbir beklentisi olmayan, bunları yaşamış insanların ruh halini, hikayelerini seyirci-okura sunmakken bu düşüncenin de sorgulanması gerektiği fikrindeyim. Her filmle aynı gözle bakamayız. Her şarkıyı aynı düşünceyle dinleyemeyiz, her resmi aynı duyguyla çizemeyiz. Sadece şunu belirtmek istiyorum: Sinema, edebiyat dünyasında yaşanan gelişmeler ile 21.yüzyıl sonrasında sanat çok büyük değişime uğramaya başladı. Kendi ülkemizde edebiyat eserlerini okuduğumuz zaman en ufak ayrıntılarıyla fark edebildiğimiz bir durum zaten bu. Ama bazı sinema filmlerinde bu durumun gerçekten tutmadığını da eklemeliyim. Mesela, 9 Kere Leyla filmi de buna benzer bir filmdi ve filmin eksik çok fazla noktası vardı. Bazı yorumlarda filmin sonunu herkes yazabilir gibi şeyler okudum. Bu gerçekten de doğru. Ayrıca filmin sonu, Al Pacino’nun oynadığı ‘Şeytanın Avukatı’ filminin sonuyla neredeyse aynısıydı.
Bu filmin genel hatlarıyla başarılı bir yapım olduğunu belirtmek isterim şahsen. Filmi izlerken absürt kavramının tadını damağımda hissettim.
Son olarak; herkes tabii ki beğenmek zorunda değil tabii ama filme çok fazla eleştiri vardı ve bazılarının abartı olduğu fikrindeyim. Azizler filminin içi boş gibi gözüken ama tam tersi* olan iyi bir film olduğu kanaatindeyim.
‘Hiç komik değildi’, ‘Komedi bu değil’ yorumlarına cevaben; film gerçekten komik değildi. Belki de biz öyleyizdir?
İlginizi Çekebilir:
Bir Zamanlar Anadoluda Film İncelemesi
American Psycho Filmi Analizi
Suzan Defter Yanlış Basım Mı?
Yusuf Üçlemesi Analiz – Dini Bir Öğretinin Tümüyle İnsan Hayatına Yansıması